13 Eylül 2021 Pazartesi

Rüyalar, serbest radikaller ve fazlası

 1.

Bir rüya gördüm. 

İstiklâl Caddesi’nde kalabalığın arasında Can vardı. Bağırmak istedim ama sesimin çıkmadığını hissettim. Can hızla yürümeye devam etti ve kalabalığın içinde kayboldu. O an “Can sesimi duymadı,” diye endişeye kapıldım. Güneşli bir havaydı. Galatasaray Lisesi’nin biraz yukarısında, Çin Büfe’nin köşesinde, düştüğümü fark ettim. 

Sürekli “Ne oluyor bana?” dediğimi hatırlıyorum. Cihan'ı aramak istedim. Arayamadım. Elim bir türlü telefona gidemiyordu. Tüm o kalabalıkta çıplak olduğumu hissettim. Öylesine utandım ki; kaçacak yer bulamadım. 

Korku hissiyle gözümü bir anda açtığımda karşımda duran yatakta köpeklerim Maya ve Mina uyuyordu. Biraz kalp çarpıntısı, ayak titremesiyle yataktan kalkmaya çabaladım. Sabahları onları tuvalet ihtiyaçları için evden dışarı çıkarırım. Onlar da bunu iyi bildikleri için hemen ayaklandılar. Kalktım. Yüzümü yıkadım. Yine bir gün başlamıştı. Maya’yı ve Mina’yı gezdirirken hep şu soruyu düşündüm: Ben yalnız mıyım? 

Gündelik yaşantımda yer yer aklıma gelen bu sualin gördüğüm rüyayla yeniden gündeme geldiğini düşündüm. Annemin kanserle mücadelesi, evin içindeki sorumluluklarım, yazı yetiştirme telaşı, sosyal medya polemikleri ya da memleketin yorucu gündemi derken odamın içinde kedere kapılabiliyorum. Bu duygu hali benim yolumu tıkarken ısrarla yalnız olduğum duygusunu bana dayatmaya kalkışıyor. 

Öte yandan yaşadığım üzüntülerin, içinde boğulduğum bir başınalığımın bana rüyada nasıl gözüktüğü meselesini ilginç buluyorum. Kimisi bana “arkan açık yatmışsın,” diyebilir. Nitekim böyle bir anlayış var. Hatta rüyaları belli temsillerle yorumlayan dini görüşler de söz konusu. Rüya Tabirleri adlı web sitesinde halk arasında çıplak kalmanın ayıpları gizlemekle ilişkili olduğu yazılmış. 

Başka bir saha daha var. Örneğin Freud’un Düşlerin Yorumu adlı kitabından yola çıkarak kendi rüyamın analizine girmeyeceğim. Belli kriterler ışığında kendi hayatımı analiz etmek istemiyorum. Bu bana indirgeyici geliyor. Dev bir Freud şemasına ihtiyacım yok. Amacım Freud’u küçümsemek değil. Gerçekle düş bağlantılarının derinlerine inerken daha başka düşünce denemeleri yapma arzum var. Çünkü rüyaların esrarengiz bir akışı var. Kaotik olay örgüleri, nesnelerin alışılmadık biçimleri… Rüyalar ayrıca hep görünme gibi bir özelliğe sahip. Hammaddesi yalnızca o rüyayı görenle ilişkili. Walter Benjamin bunların tam olarak aktarımı için uyanır uyanmaz aç karna yazılması gerektiğinden bahseder.*  

Ama bir zamanlar düşlere dair daha farklı bir bakış açısına sahiptim. Yakın dostum Mert’in ölümünden sonra üstüme sürekli uyuma hissi çökerdi. Gündelik hayat bana zor geldiği için rüyalara kaçmanın ilginç bir deneyim olabileceğini düşünürdüm. Uyandıktan sonra da gördüklerimi ele alıp onları yazma planları yapardım. Gerçeküstücü bir kurgu isteğiyle yanıp tutuşurdum. 

Bu süreç bir yıl kadar sürdü. Rüya ve zaman ilişkisine dair okumalar yaparak ufkumu açmaya gayret ettim. Biraz kendimi zorlayarak öncelikle bu ikilinin birbiriyle nasıl dans ettiğinden bahsetmem lazım.


2. 

Masamda yazı yazıyorum. Üzerimde tuhaf bir gerginlik hissediyorum. Odamın kapısı açık. Hafif sıcak bir rüzgâr esiyor. Maya yerde uyuyor. Yarın annemin tedavisi var. Kan değerlerinin nasıl çıkacağını merak ediyorum. Bu yazıyı yarına kadar bitirmem gerek. Arkada Philip Glass’ın The Orphee Suite albümü çalıyor. Yazarken kendime minimal şeyler dinlemenin endişelerimi azalttığını söylüyorum.

Tüm bu karmaşayı bir anda ortalığa dökerken “Benim şimdim bu mu?” gibi bir soruyu soruyorum.  

Kaotik bir meseleden bahsettiğimin farkındayım. Lâkin oku biraz daha uzağa atmayı deneyeceğim.

Einstein olayların aynı anda oluşma manasında eş zamanlı olduğu görüşünü reddederek Newton’ı eleştirir. Evrende zamanı belirleyen sabit bir saatin olmadığını söyler. Nedensel süreçler denilen bir etki ağından bahseder. 

İşte “benim şimdim bu mu?” diye sorarken tam da Einstein’ın söylediklerini gündelik anlayışıma uyguluyorum. Şimdi dediğim şey çizgisel bir zaman akışında tek bir nokta değil. Aksine etkileşim ağı. Diğer bir deyişle bedenim etki ağına sahip. Sesler, görüntüler, kelimeler… Bunlar tek bir andan fazlasıyla ilişkili. Çünkü bedenimin mümkün kıldığı deneyimlerin ta kendisiyim. Dünyayla göreli bir ilişki kuruyorum. Geçmişimle şimdi ayrı olmamakla beraber birbirine karışabiliyor. Odamda hem zaman hem de mekâna yayılan deneyim saham var. 

Etki ağı yalnızca tüm bunlardan ibaret olamaz. Mesela odamın kapısının açık olmasını ele alayım. Bu görüntü görsel deneyimimin bir parçası. Kapının açık olduğunu gördüm. Bu durum yalnızca görme korteksiyle sonlanmaz. 

Beyin dış dünyadaki olayların etkilerini adeta arka planda fırtına varmışçasına biriktirmekle birlikte milyarlarca nöron, trilyonlarca sinapsıyla ne biriktiyse onları döndürür, durur. 

Hatta beyin o fırtınada etkiyi başlatan bir modem kutusu gibidir. 

Bahsettiklerimle rüyaların ne ilişkisi olabilir? 

Bu fragmanda kullandığım anahtar iki kelime olan deneyim ve etkinin sadece uyanıklıkla ilişkisinin olduğunu söyleyemem. Tam aksine rüyalarda da geçerlidirler. 

Uyandığımda gördüklerimden dolayı hissettiğim kalp çarpıntısından daha fazla gerçek olan ne olabilir? Can’ın yakınım ya da Cihan'ın her derdime koşan dostum olması bahsettiğim fırtına misali etki ağı değil mi? Onlarla sık sık görüştüğüm gerçeği ortada.

Sadece uyku deneyimlerin akışını yavaşlatır. Bu durum rüyalarda sahne değişikliklerine sebep olur. Her rüyanın farklı bir zamanı var. İlk fragmanda nesnelerin alışılmadık biçimleri, kaotik olay örgüleri derken tam da işaret ettiğim şeye geldim. Türlü potansiyellikler taşıyan gerçek-düş arasındaki bu geçişlilikten yazı çıkarmamın farklı bir deneyim olabileceğini düşündüm. Bir rüyayı anlatmak içsel deneyimi anlatmaktan çok daha fazlası. Peki bu yazıda nasıl devam etmeli?



3.

Serbest radikaller,  bedendeki kimyasal süreçlerle ilişkili. Biraz daha teknik ifadeyle, makro besinleri (karbonhidratları, yağları, proteinleri) enerjiye dönüştürdüğü parçalanma sırasında ortaya çıkabilen atıklardır. Bedenin işleyişi olduğu için yaşam boyunca serbest radikaller hep vardır. Hatta etkisiz hale getirilmediklerinde kontrol edilemez halde çoğalır ve hücrelere, dolayısıyla organlara zarar verir. 

Yazılarımı yazarken krizlerimi de doğrudan aktarmaya özen gösteriyorum. Beni sekteye uğratan her ne varsa oraya eğilmek, üzerinde çalışmak ve onu bir nevi kıvırmak mücadelemi güçlü kılıyor. Acılarımdan, kederlerimden, başarısızlıklarımdan neler çıkaracağım meselesi oldukça önemli. 

Serbest radikaller diyebileceğim zehirleri kaygı, acı, keder olarak düşünüyorum. Bir nevî pharmakon. Krizlerim hem zehrim hem ilacım. Bunları aynı anda birbirine uyumlu görmek yaratıcılığa kapı açıyor. Serbest radikallerin kuvveti yıkıma uğradığım ya da ondan geride kalan zamanlarımda benim yanımda.  

Rüyamda kaygılı olduğumu, yere düştüğümü ve yalnızlığımı görmem bu açıdan önemli. Bir sınırı yeniden biçimlendirip kaleme aldım. Etki ağımı en ince ayrıntılarıyla görünür kılmaya özen gösterdim. 

Yaşamla başka bir türlü bağlantı kurdum ya da bu kaosu estetik bir güce çevirdim diyebilir miyim?

Sorunun cevabına dair şunları söyleyebilirim: Yazarken kendi kişiselliğimi kolektif hale getiriyorum. Sonunda yalnız olmadığım ortaya çıkıyor. Kaleme aldığım bu yazı okuyanlar için bir armağan. Metnimden neler çıkacağı okuyanların duygu dünyalarıyla ilişki.  


*Theodore W. Adorno, Rüya Kayıtları, Yapı Kredi Yayınları, 2008, Çeviri: Şeyda Öztürk

Sayfa: 68


Bu yazı Art Unlimited'taki Kıvrım adlı köşemde yayınlanmıştır. (Eylül-Ekim 2021 sayısı)


#artunlimited #kıvrım #güncelsanat #ilkercihanbiner